Sayfalar

20 Aralık 2011 Salı

Kutup ışıkları



Auroralar (kuzey/güney kutup ışıkları) gökyüzündeki, özellikle kutup bölgelerinde gökyüzünde görülen, dünyanın mânyetik alanı ile güneşten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonuncu ortaya çıkan doğal ışımalardır. Bu ışımalar, genellikle geceleri gözlemlenir, ağırlıklı olarak İyonosfer’de meydana gelir. Kutup aurorası veya kutup ışıkları olarak da anılır. Bu olgu yaygın olarak 60 ve 72 derece kuzey ve güney enlemleri arasında görünür, bu da arktik ve antarktik kutup dairelerinin içine düşer. Kuzey enlemlerde bu etki aurora borealis(veya kuzey ışıkları) olarak adlandırılır.

Aurora kelimesi Roma Şafak Tanrıçası’nın isminden gelmekte. Boreas’da Yunancada kuzey rüzgarına Pierre Gassendi tarafından 1621 de verilen isimdir. Aurora borealis'in görünme olasılığı, kuzey manyetik kutbuna yaklaştıkça artar. Manyetik kutbun yakınlarında oluşan auroralar tam 90 derece, fakat uzaktan kuzey ufkunu yeşilimsi bir parlaklıkla, bazen de güneş alışılmamış bir yönden doğuyormuş gibi soluk bir kırmızıyla aydınlatırlar. Aurora borealis sıklıkla gündönümlerinde oluşur. Cree halkı bu ilginç olaya Ruhların Dansı adını vermişler. Avrupa'da orta çağlarda auroraların Tanrıdan işaretler olduğuna inanılırmış. (Wilfried Schröder, Das Phänomen des Polarlichts, Darmstadt 1984).

Güney’deki oluşum, aurora australis(güney kutup ışıkları), benzer özelliklere sahiptir.
Ancak Antartika’da, Güney Amerika’da ve Avustralya’da daha yüksek enlemlerden görülebilir. Australis anlamı ‘güneyin’ olan Latince bir kelimedir.
Auroralar bütün dünyadan ve diğer gezegenlerde de gözlemlenebilir. Daha uzun süreli karanlık ve manyetik alan dolayısıyla, kutuplara yakınlaştıkça daha çok görünür olurlar.


24 ayar altın ne demektir?

Bizde altının saflığını gösterme ölçüsü olarak genellikle 'ayar' kelimesi kullanılır, ama uluslar arası piyasada kullanılan kelime 'kırat'tır.'Kırat' hem altının, hem de elmas ve diğer kıymetli taşların ölçümünde kullanılan bir birimdir.


Elmas ve değerli taşları ölçmede kullanılan kırat'ın bir birimi 200 miligrama eşittir. Yani 20 gramlık bir elmasınız varsa, bu 100 kıratlık bir elmastır. Doğada bulunan elmasın büyüklüğü çok seyrek olarak bir santimetrenin üzerindedir. Bugüne kadar bulunan en büyük elmas 3.106 kıratlık 'Cullian'dır. Bundan 530 ve 517 kıratlık iki büyük ve 100 küçük elmas işlenmiştir.
Altında kullanılan 'kırat' veya 'ayar' ise altının saflığını gösterir. 24 ayar altın, içinde karışık başka bir metal olmayan yüzde yüz saf altındır. Tamamen saf altın çok yumuşak olduğundan genellikle bakır veya gümüş ile karıştırılır. Her bir kırat (ayar) altının tümünün 24'te biridir. Örneği bir bileziğin 24'de 18'i altın, 24'de 6'sı gümüşten yapılmışsa, o bilezik 18 kırat (ayar) altındır.
Altını ölçmede kullanılan bu komik sistem, yaklaşık 1000 yıl evvelki Almanların Mark isimli bir altın parasından kaynaklanmaktadır. Tamamen saf altından yapılan bu para 4,8 gramdı ve elmas ölçü biriminde ağılığına göre 24 kırat ediyordu. Sonradan içine başka maddeler karıştırıldıkça içindeki altının miktarına bağlı olarak kırat ölçüsü düşürüldü.
Altın beyaz, kırmızı, sarı gibi çeşitli renklerde beğenimize sunulur. Altın, bakır ile karıştırılmışsa 'kırmızı altın' , gümüş ile karıştırılmışsa 'sarı altın' , nikel veya platin gibi metaller içeriyorsa 'beyaz altın' adı verilir.

(alıntıdır)

Floresan lambalar neden ekonomiktir.

Floresan lambalar ilk olarak 1939 yılında, NewYork Dünya Fuarı'nda 'General Electric' tarafından sergilendi. Amerikan evlerinin elektrikle aydınlatılmasından yaklaşık 60 sene sonra ortaya çıkan floresan lambanın bilinen ampul ile savaşı günümüze kadar sürdü.
Aynı evin içinde banyoda yumuşak ışığı ile floresan galip gelebilirken, yatak odasında mücadeleyi romantik ışığı ile ampul kazandı. Uzun mücadele sonunda zafer floresanın oldu. Bunun esas sebebi ise evlerdeki tercihin değişmesi değil, elektrik giderlerinin azaltılması gereken yoğun yaşamın olduğu işyerleri ve okullardı.


18 Watt'lık bir floresan lamba, 75 Watt'lık bir ampul kadar ışık verebilir. Yani floresanlar daha az enerji harcayıp, daha çok ışık verirler, yaklaşık yüzde 75 enerji tasarrufu sağlarlar. Piyasa satış fiyatları daha yüksektir ama en az on misli daha uzun ömre sahiptirler. Işık tek bir noktadan değil de tüpün her tarafından geldiği için daha fazla dağılır. Mavimsi ışıkları daha yumuşaktır ve gözleri yormaz.
Floresan lambalarda, elektrik düğmesine basıldığında, transformerden geçen elektrik, tüpün bir ucundaki elektrottan diğerine bir ark oluşturur. Bu arkın enerjisi tüpün içindeki cıvayı buharlaştırır. Bu buhar elektrik yüklenerek gözle görülmeyen ültraviyole ışınları saçmaya başlar. Bu ışınlar da tüpün iç yüzeyine kaplanmış olan fosfor tozlarına çarparak görülen parlak ışığı oluşturur.
Floresan lambalar ilk açılışları sırasında çok elektrik çekerler. Halbuki bu miktarda enerjiyi bir saatlik açık durumda ancak harcarlar. Ayrıca çok sık açıp kapama ile ömürleri de kısalır. Örneğin tipik bir floresan lamba devamlı açık bırakıldığında 50.000 saat çalışabilir. Üç saatlik aralarla kapanıp açıldığında ömrü 20.000 saate düşer. Sonuç olarak floresan lambaları bir saat sonra açacaksanız hiç kapatmamanız daha ekonomik olabilir. Normal ampullerde açıp kapamanın ciddi bir etkisi yoktur.

Bazı insanların floresan tipi ışıklara duyarlıkları vardır. Aslında ayırt edemeyiz ama floresanın ültraviyole içeren arkı saniyede 120 kez çakar. Işığın bu frekansı bazı insanlarda migren denilen baş ağrıları yaratabilir. Bu titreşimleri lambaya doğrudan baktığınızda göremezsiniz ama gözünüzün köşesinden baktığınızda görebilirsiniz.
Evlerdeki çiçekler genellikle yeşil yapraklı olup, ışığın kırmızı ve mavi kısmını absorbe ederler. Mavi onlar için özellikle önemlidir. Ampul ışığında mavi renk çok azdır. Bu nedenle evdeki çiçekler için floresan lambalar daha faydalıdır.

19 Aralık 2011 Pazartesi

facebook face boook oooh la laa,

vakti zamanında tutkal kokan kağıtlar vardı, hatta ondan önce sınavlardan hatırlarsınız teksir kağıtları vardı. şimdi neler var pek bilmiyorum ama; bugüne dair sağdan soldan duyduğum kadarıyla performans ödevleri var. bu ne perhiz ne lahana turşusu bilemiyorum ama ben gene komplo teorilerimi deşmeye başladım. zamanında ingilizler sömürgelerine logaritma cetvelini öğretmiş bilin bakalım niye.?? sebebini ben söliim adamlar matematiğe kafa yormasın nefret etsin diye.. gerçekten inanmayan varsa araştırabilir.


şimdilerde müfredat almış başını gidiyor, la bir bakıyorsun çocuklar bir sürü yükün altına sokuluyor altın değerindeki çağları bir sınav, aha bir sınav daha hadi yavrum yapabilirsin derken çürütülüyor altın çağları, o çocuklar oyun oynamalı, kırlarda koşmalı, saklambaç oynamalı...
performans ödeviymiş, bu nasıl bir mantıktır çözemedim. çocuk o ödevi yapamıyor tabi, nasıl yapsın daha okumayı yazmayı çözememiş ki, nedir ahan da şu siteden araştırın, neden araştırsın neden kitabına yazmıyorsun.?? bunu da bir irdelesek altında bir sürü hokkabazlık çıkacak.
geçenlerde bir ödev geldi; neymiş eski medeniyetlerin yazıdan önceki şekilleri, sayıları ifade etmek için kullandıkları semboller. bu nasıl bişey çook merak ettim. ne olacak ki o çocuk dil bilimci mi arkeolog mu. daha okumayı çözememiş ki garibim (3. sınıf öğrencisi bu arada.)



facebook face boook oooh la laa,
bir şarkı dicem şimdi ama sanat icra eden zatlara hakaret gibi olacak.
sanat yada müziği kliplerine çıkardıkları birkaç yoz(!!)ma sayesinde prim yapıp duyurulmaktan ibaret sanan zihniyetlerin sandığı üzre… bu sanat değil, hokkabazlıktır. günümüz gençleri de bu şekil çeşitli abidik gubidiklikler sayesinde facebook ve twetter sayesinde maalesef ki köreltiliyor. bana gelen facebook isteklerini ince eleyip sık dokumama ondan sanırım. isteği gönderen kardeşim dahi olsa 18 in altında olanları kabul etmiyorum. lütfen kusura bakılmasın…

14 Aralık 2011 Çarşamba

goa trance' in doğumu, Hİndistan ve Goa üzerine

biz müziğe gönül vermiş kişiler, çeşitli müzikleri dinleriz, dinleriz ve bazılarında takılır kalırız..
(ama özümüzde metalin o ağır seslere hakim cın cın nidaları ayrı bir yer taşır.)bazan farklı şeyler ister gönül.işte tam da bu noktalarda farklı şeyler arayışına giren biz müzik yolcuları. ekşisözlüğe baş vururuz. buradan aldığım birkaç entry ı sizinle paylaşmak istiyorum.. gani müjde abimizin affına sığınaraktan..

GOA TRANCE

metalci bir insanı trance hastası yapmak için dinletilmesi gereken tarz. ben denedim gerçekten de öle(de'frost)
hindistan'da bir eyalette dogan bir muzik turudur. ozellikle bir anda butun dunyayi sarmistir. en iyi temsilcileri arasinda ilk yeri astral projection alir. diger unlu gruplar arasinda, area 51, mfg, infected mushroom, hallucinogen ve trance control yer alir.
goa partileri bircok ulkede uyusturucuyla bagdastirildigindan polisler tarafindan basilmaktadir. ozellikle bu muzigi merkezi olan israil'de calan dj'leri nezarete atmaya kadar ileri gitmislerdir. turkiye'de tek benzeri parti jb'nin partisi oldu ve astral projection bu partide yer aldi.
prograssive ogelerle dolu, yerde iseniz sizi kesinlikle alip biryerlere goturen, yuksekteyseniz ise saadece koordinatlari girip gideceginiz yeri karar vermenize isik tutun muzik akimi... astral projection asmistir olayi...web siteleri yeter zaten! (http://www.astral-projection.com)
kesin olan bir şey varsa ; herkese göre değildir.!
lakin elektronik müziğe ısınma turları içindeki bireylerde ya süper ötesi etkiler bırakan yahut "ibne dimi bunlar" tarzı yorumlara neden olan bir tarzı vardır goa trance'ın.!
bir de israilliler bu işi kıvırıyor kardeşim yok ötesi.!*

megadeth, slayer ve sepultura; hayatımın dönüm noktaları... (çeptır I)

bir zamanlar daha toy bir delikanlıyken damarlarımızdaki kanın çılgınca aktığı günlerde, delilik ve serserilik sarmıştı ruhlarımızı. işte tam o çağlarda tattık metalin coşkusunu megadeth slayer ve sepultura ile.. sepultura bir daha toparlanmamak üzere dağıldı. slayer ve o eski şaşaalı günlerinden eser kalmayan megadeth te eridi. aynı metalicanın olduğu gibi onlar da zirveye çıktılar bir dönem ve şimdi sessiz sedasız kavruluyorlar kendi yağlarında.
megadeth'i ilk olarak youthanasia albümleri ile tanıdım. dave' in in vokalini ilk duyduğumda hayran olmuştum. lan dedim bende bir gün vokalist olabilir miyim acaba.?? ilk dinlediğimde ben bunları dedeler sanmıştım eh yok tabi o dönemlerde video klip falan:-) daha sonra gördüm ki sarışın uzun saçlı bana benzer bir tip. daha da arttı hayranlığım sarışın olmasından dolayı. daha sonra diğer albümlerini de keşfettim yavaş yavaş. ve holly wars koptuğum nokta oldu, bukadar mı güzel bir parça olurdu, bukadar mı güzel çalınırdı bir gitar, bir şarkı bukadar mı güzel söylenirdi bukadar mı güzel vurgular yapılırdı bir parçada.. daha sonra countdown to extinction takip etti sırayı kronolojik olmasa da. o saphada hayranlığım iyiden iyiye artmıştı megadeth tayfasına, hele gitarlarını canlı canlı lay lay lom bursa mağzalarında görünce ve o tonları içimde hissedince işte bu dedim.. daha sonraları müzikal anlamda ufkumuzu açan bir radyo programında istek anonsumuz yapılınca (isteğimiz coutntdown to extinction' du) artık bir metalci olmuştuk pişmiştik yani. daha sonraki safhalar grup kurmaktı tabi:-) hep megadeth' i örnek aldım uzunca bir süre, hatta saçlarımı da uzattım ama hiç bir zaman dave' in kiler gibi
olamadılar.

günlerden bir gün bir film takılır gözüme. cd nin üzerinde elinde bir gitarı olan uzun saçlı bir genç vardır. uzanır alırım elime gayrı ihtiyarice. cd de ''rockstar'' yazar. izlenesi baş tacı edilesi bir filimdir alırım ve izlemeye koyulurum. bu filmde şöhret basamakları şaşalı hayatlar ve kaçınılmaz çöküş işlenmiş. film bir nevi yıldız olmak isteyenlere hitab etmiş bir filmdir. kahramanımız, bir gruba ''steeldragon'' hastadır ve grup için yaşar. bu grup bana judas priesti anımsattaı nedendir bilinmez:-) en çok etkilendiğim sahnesi mi.? evet en çok etkilendiğim sahnesi ted nugent in strenglhold unun çaldığı sahnedir, ömrü hayatımda bir film karesi ve müziğin bukadar uyuştuğunu görmedim desem yeridir. daha sonraları tahmin edileceği üzre tırım tırım steel dragon albümünü aramaya koyuldum, buldum mu evet buldum. günler geceleri geceler günleri kovaladı.. hep hayranı olduğum heavy metal piyasasına daha da hayran bir şekilde dolaştım ortamlarda. ama içimizdeki o delikanlılık ateşi söndü. yandı bitti kül oldu, müziği dinliyorum ama kafa sallayan, pogo yapan, sağda solda içen, carpe diem yaşayan ben yok artık. eh bu işler de bir yere kadar ama değil mi:-) artık bir çekirdek ailem var benim. darısı tüm metalcilerin başına....

bilge soytarılar

slayer' ın çok sevdiğim seasons in the abbyss albümünde çok sevdiğim bir parçası vardır sceletons of society diye. ki bu albüm kesinlikle baş tacı edilesi bir eserdir. her gruba nasip olmaz böylesi.

minutes seem like days
since fire ruled the sky
the rich became the beggars
and the fools became the wise
memories linger in my brain
of burning from the acid rain
a pain i never have won

zenginler dilenci olur ve soytarılar da bilge. hayat gerçekten de bir keşmekeşten öte değildir ve ne yazıktır ki çoğu zaman bilgelrin kıymeti bilinmez. soytarılar ise turlü şaklabanlıklar ile bilgeleri halt etmesini becerirler.. peki bu gerçekten böyle midir, görünürde öyle peki ya görünmeyen tarafı. günlerden bir gün soytarılar aptallıkları sayesinde bir yapılmazı yaparlar ve dibe doğru yol almaya koyuluralar. sıra gene bilgelere gelir ne olur, bilgeler soytarıların dağınıklarını toplarlar işleri bir yoluna koyarlarlar.
bir zamanlar bir düşünürün sözüne rasladım, bu söz bir hayli ilgimi çekmişti bu söz, şeyh edebali'ye aitti. şöyle ''unutmayın ki, yükseklerde yer tutanlar alçaktakiler kadar emniyette değildirler'' etraaflıca düşününce bu sözün gerçekten bilgece olduğunu anlıyor insan. işte bilgeler de böyledir. bana göre en büyük erdem sorulduğunda bilmiyorum demektir yada ben yeerine biz diyebilmektir. şimdilik bukadar, devamı zaman, zaman muntazaman :-)

devamı:
ve bilge geçinen soytarılar, kişileri kendine gebe bırakmak çabasıyla ellerinden gelen taklaları atarlar.
sonuç olarak birgün bir şekilde onların kucağına düşüleceğini sanırlar. satranç oyunu bilgisi işte bu aşamada devreye girecek ve hayat hakkında stratejiler yapmaya yarayacaktır. soytarıları halt etmenin en kolay yolu budur. zamanla yavaş yavaş kurulur düzen ve sonunda kelle koltuğa alınır ağır ağır ilerlenir hayat denen derme çatma sanal(!!) dünyada

mantarın zehirlisi mi sihirlisi mi makbuldür

her ikiside makbuldür bana göre. hele ikisinin de tüketilebilmesi durumunda çılgın bir etkileşim sonucu dağılırsınız belki bir daha toparlanamamak üzere. toparlanmak mı ne gereyi var ajan yaaa. iyi bööle kafam olmuş bi ton, aha o ne lan ... ... bu yazı bana bir kısa filimi harırlattı; pamuk prenses. film erkan can abimizin nadide bir eseridir, tadından yenmez. gülmekten perande attırır adama:-)
günlerden bir gün askerde olduğum tarihlerde bir arkadaşım vardı istanbul'un clubber tayfasından birtane zaatı muhterem. bir defasında bana mantardan bahsetti, bu mantar hollandada aynı esrar ve benzerleri gibi legal olarak satılıp tüketilen magic mushroom du. deli birşeymiş kendisi, çok canım istedi o esnada ama halan daha tanık olamadım o duyguya. bu mantar bir çeşit zehirli mantar ve tüketildiğinde insana halüsinasyon gördürüyor. hatta kimi söylemler (sosyomat ve ekşi sözlüğün yalancısıyım) etkisinin pıt ve taşa kadar tırmandığı yönünde ve en ilginç tarafı da doğal olduğundan mütevellit bağımlılık yapmaması. ve bir garip nokta daha da şudur ki taze olarak tüketilmesi yasalken kurutulup kullanılması yasak.
daha sonra da insanın aklına, infected mushroom gelior gayrıihtiyri olaraktan -ki bunlar internet aramalarında hep bir birinin tamamlayıcısı olarak çıkar- etkisinin bu müzik ile hat safhaya çıktığı söylenir bir çok kaynakta. bunun için infacted mushroomu dinlemek gerekir ki bir dinlerseniz koparsınız. ama alışılmışın dışındadır bu tınılar serttirler çoğu poplaşmış tınıya göre. bu yazının devamında da goa trance müptelası olunur:-)

Arada müzik te dinlemek isterseniz tam da sizin için bir site, ücretsiz olarak her türden albümü bulup indirmek için ziyaret edin.

sonun başlangıcı, kime göre.??

şu anlamsız yaşam evresi içinde yaşanan olaylar nekadar da ani nekadar da acımasız geliyor insanoğluna oluyor ve bitiveriyor. bazen anlık bir olay darmadağın ediyor bütün dünyamızı. bu vurdumduymazca yaşamın sonunda takıldığınız noktalar belkide çıkmazlar oluyor. ve o çıkmazların bir tür sınav olduğunu anlamak belki çok geç oluyor ama anlıyor kişi. sonunda inanmayan, hiç inanmayacak olan bile sığınıyor o büyük güce.
nekadar da temiz başlıyoruz oysa yaşam denen o garip döngüye, kimi pamıklar içinde kimi bir papirüs üzerinde kimi de bir hastane odasında açıyor gözlerini, başlıyor sonra acımasız hayata göğüs germeye. belki oracıkta belki iki dakika belki iki saat belkide iki yıl sonra sönecek ışığı kim bilebilir ki bunu..
bir zamanlar kelebekler ile ilgili bir deneme yazmıştım; kelebek ve kozası vardı, kelebek tırtıl olarak açar gözlerini, sürünür yerlerde, bir gün kanatlanır uçar göklere doğru kapılır rüzgara sürüklenir uzaklara ve ışığı söner kapanır pencereleri enerjisi uçar gider ve son bulur kısacık hayatı.. hepimizin hayatı böyle değil midir, bir kozada doğarız, sonra kundaklanırız sürünürüz emekleriz koşarız farklı farklı renklere büründürür hayat bizi, yaşarız kimi dipte kimi yüzeyde kimi yüksek kimi daha yükseklerde. söner birgün ışığımız kapanır oyununun perdeleri, ve son. belki de bir başlangıç kim bilebilir ki bunu...

tamam, okey

okey diyene bir okey takımı bizden..
böyle bir kampanya olmalı, sebebi mi? buyrun yazıyı okuyun
yazık ki, kirlenen güzel türkçemizin ağıdını tutarken bulacağız kendimizi çok yakında. oysa türkçemiz dünyadaki en güzel dillerden birisi. ve işte bunu hazmedemeyen sömürgeci topluluklar. pis emellerine canım dilimizi de alet ediyorlar.
neden tamam demek yerine okey diyoruz? daha mı bir şekilli daha mı bir afilli oluyor. çok düşündüm nedir nedeni diye. bir sonuca varamadım kafamda bir araştırma yaptım.. kelimenin kolay söylenmesi desem değil kısa desem oda değil nedir peki. bu konuyu birçok kişiye sordum cevap alamadım. araştırdım ve ilginç bulgulara rastladım.
ekşi sözlük ve itü sözlükten bikaç kelime aldım. paylaşmak istiyorum. yüzlerinizde ufak tefek bir tebessüm bırakacağına umaraktan. sürçü lisan ettimse affola:-)
işte okey kelimesine yatkınlığımızın sebebi, ve bunlar arasında çok ilginç olan iki konu var bunlar da ayrıca arştırma konusu.. ama gelecek bölümde. capture mi deseydim ki :-)

ekşi sözlükteki entry lerden derlenmiştir.

*amerikada IQ su dusuk cocuklara renkleri ve sayilari ogretmek icin icat edilmis oyun.
*1970 li yillarda satilan, cinsel icerikli resimleri ve haberleri ile unlu bir gazete.
*okey mi? deyince insanlarin pis pis siritmasina yol acan ve dunyanin en eblek condom markasi.. tabii ki turk ve tabii ki başarisiz.. yok anlamiom yani bu kadar fikisken bi millet bu konuda nassssi geri kalır?
*reklaminda,bi amcanin seyfseks arzusuyla yanip tutusan varliklara boza satar gibi 'ooookkkeeeeyy' diye sattigi pirezervatifler toplulugu.
*5 saat oynadıktan sonra saçmalamaya sebebiyet veren oyun.*
*alkollu oynanması sonucu yerli yersiz kavgalara sebebiyet veren, yurdum kahvelerinden eksik olmayan bir oyun cesidi. (blogger notu: IQ seviyeleri tavan yapmış onların ondandır.)

itü sözlükteki entry lerden derlenmiştir.

*genelde öğrencilerin kullandığı hesaplı prezervatif markası.tercih edilmesinin nedeni ucuzluğudur.
*annemin ben evden ayrılınca bağımlısı haline geldiği oyun.bu durumun çoğu emekli kişinin başına geldiği de bilinmekte, sık sık evlerde içkili müzikli okey partileri düzenlenmektedir.
*amerikada standardın altında zeka sahbi çocukların renkleri ve sayıları tanımaları amacıyla icad edilmiş aptal oyun.blogger notu: yurdum kahvehane koşelerinde sebepsiz ve eblehçe kavga eden şahsiyetlerin kavga nedenleri bu olabilir mi acaba:-)
*yeni reklamında at avrat silah üçlüsüne kendisini de ekleyen kondom markası.
*üzerinde "her takıma uyar" yazan bilboardu ile beni muzipçe gülümseten prezervatif markası. eczacıbaşı tarafından üretilir.*
*bu markanın bir reklamını hatırlıyorum, çok eski.sanırım bir masa vardı, çerçeveli fotoğraflar geliyordu masanın üstüne. teker teker isimler söyleniyordu fotoğraflarla birlikte : birsen, ilker, songül, soner, dursun, yeter, imdat.
*sanal alemde de oynanabilen oyun.fakat sanal alemde bir çok sitede okey oyunu adı altında her şey yapılmaktadır. internet sitesinde özellikle süper komik diyaloglar bulunmaktadır,okey oyununu okey prezervatifle karıştıran insanlar yoğunluktadır. (blogger notu: gerizekalılar topluluğudur IQ ları düşük eblek mantarlarıdır amaçsızca çoğalırlar ve onları onları doğuranlar da bu yolla çoğalmıştır sanırım düşüncesi uyandırır insanda gayrıihtiyari.)
sakın ha sakın, akraba ve arkadaşlarla masa başında oynanan oyundan öteye gitmeyin..

OKEY' İN TARİHİ

*çinliler tarafından 13.yy da icat edildiğine dair bulguları olan en az 2 en çok 4 kişi ile oynanan ıstakalı,taşlı oyun.zamanında avrupada beyinsiz vatandaşların,cahil köylülerin,zihinsel engelli insanların -renkleri ve sayıları anlam teşkil edecek şekilde yanyana dizmek suretiyle-eğitiminde kullanılan ama türkiyede popularitesi tavan yapmış "kıraathane" oyunu.günümüzde üniversite öğrencileri(erkek olanları),kafelerde kızlarla vakit geçirmek,tavlamak vb bahanelerle bu oyuna saatlerce katlanmaktadırlar (moron olanları tenzih edilmiştir). (bloger notu (alastis de'frost): ben hiç denemedim ve gariptir ki o ortamlardaan hep uzak kaldım, kayıp mı hiç değil benim tarzım farklıydı:-)
en önemlisi bu konu, bu yüzdendir ki bunu kapak olsun diye sona bıraktım; kesinlikle araştırmaya değer bir konu,
ingilizce kökenli olduğu sanılan kelimedir.şöledir ki; yapılan bazı araştırmalar ışığında ''okey'' kelimesinin türkçeden türediğine ilişkin varsayımlar bulunmaktadır.eski türkler, çok eski zamanlarda, yeteneklerini yarıştırarak, geceleri yıldızlara ok atıyorlarmış ve en yükseğe çıkan ok için ''ok en yukarı''derlermiş.zaman geçtikçe bu ''ok en yukarı'' sözcük öbeği her nasılsa dilden dile söylene söylene okenyukarı...okenyukar... ve en sonunda ''okey'' şeklini almış.
dipnot:bu araştırmayı yapan zat-ı muhterem bizzat ATATÜRK tarafından ödüle layık görülmüştür.

Bir küçük Penguen (Tux) hikayesi

Bir küçücük penguen varmış, tux isminde minik bir şeymiş ama minik olduğu sadece şeklinden belliymiş. Yoksa sesi tok, bakışı derin, sözleri yerinde ve oturaklıymış. Kurtların sofrasında daracık bir pencereden Platon’ un ‘’idealar alemi’’ mantığı ile bakanlara inat, hayata her açıdan bakmayı öğrenmiş, insanlara yardımcı olmuş yardım almış, paylaşmış varını yoğunu hiçbir çıkar gözetmeden esirgemeden sunmuş bilgilerini.
Pencereden dar-açılı(ca) bakanların gölgesinde büyümüş inatla ve bir çok kurumda yer edinmiş kendine bilgisiyle, birikimiyle, ileri görüşüyle, yenilikçiliğiyle..

Bir işletim sistemi tabanı olmasının dışında bir yaşam tarzıdır LİNUX.
Çeşitli dağıtımlara sahiptir. UBUNTU (ubuntu, edubuntu, xubuntu, kubuntu), MANDRIVA, SUSE, MINT, FEDORA, SLAX bunların birkaçıdır. Çocuklar için olanı da vardır; QIMO derler ona da, Qimo sevimli bir kutup ayısıdır. Ve bunların yanında en önemlisi PARDUS vardır. Pardus ulusal işletim sistemimizdir, kendisi gerçekten Türk olanların gurur kaynağıdır. Tamamen açık kaynak kodlu, TÜBİTAK-UKEA destekli özünde ve sözünde Türk bir işletim sistemidir.

Vindoz (y.n.bunu özellikle böyle yazdım) un kanunsuzca hüküm sürdüğü bu topraklarda, ulusal işletim sistemimizin olması gerçekten çok güzel bir olay ama maalesef bir çok kişi bunun farkında değil. Kanunsuzca diyorum çünkü bu tekel ortamını vindoz bilerek oluşturuyor. Avrupa’ da bir bilgisayar alırken önünüze birkaç seçenek sunuyorlar, bu seçenekler vindoz, linux yada freedos seçenekleri müşteri bunlarda kesesine uygun olan birini seçiyor. Ama bizim süper gelişmiş alımgücülü(!!) toplumumuzda böyle bir şey yok, çünkü biz süper alımgüçlü bir toplumuz. Süper gelişmiş alımgücü: Bu halka arasındaki literatürde ‘’eşek olana semer vuran çok olur’’kelimesine eşdeğerdir.

LINUXGİL’ lerin en göze çarpan, bir çok kullanıcının hoşuna giden cezbedici tarafları:
- Linux dağıtımları virüsler ve bilumum zararlı haşaratlara geçit vermez. Yani internet alemlerinde özgürce sörf yapılabilir.
- Vindos gibi Lisans bedeli istemez, bünyelerindeki (depolardaki) envai çeşit program desteği ile hep destek tam destek sunar.
- Linux işletim sisteminiz ile ilgili internet forumlardan sürekli teknik destek alabilirsiniz.
- Bünyelerindeki bütün programlar ücretsizdir.
- Sisteminiz sürekli güncellenir.

13 Aralık 2011 Salı

fassade


Why facade?
Isn't there enough egoism in the world?
Enough self obsession covering self-hate?
Isn't it enough that everyone is out for himself?
And no-one understands that the walls of solitude are the
walls of egoism?


Karanlık orman, Female vocal, Yağmur ve Gothic metal üzerine

Bir zamanlar Trash-Metal ve Death Metal tınıları ile kulaklarımı şenlendirirken, bir yerlerden duyularımı harekete geçiren Cradle of Filth, Theatre of Tragedy, Therion, Dimmu Borgir ve ondan sonra da Covenant yelkenimi değişik bir rüzgar ile şişirdi. İskandinav diyarının o soğuk ve buz kokan topraklarına sürükledi ve oraya bıraktı. Kim ne derse desin bu adamlar müzik işini hakkıyla yapıyorlar.



Karanlık bir ormanda yağmurun soğuk damlalarıyla ıslandığınızı esen rüzgardan irkildiğinizi ve şimşek çakıp göklerin yarılırcasına gürlediğini düşleyin,
Uzaklardan gelen bir female (genel olarak biz böyle hitab ederdik) sesi. Buna ilaveten erkek sesi, kimi zaman gök gürültüsü tonlarında ve kimi zaman da uzaklardan gelen yırtıcı bir çığlıktır.
Gothic Metal ile ilk tanışmam namı değer, İyi ve Kötünün sentezi grup- benim dönüm noktam olan Theatre of Tragedy dir.



Liv Kristine ablanın bir çok girişimi olsa da Theatre of Tragedy deki çıkışını ve ihtişamını yakalayamamıştır diğerlerinde. Sonraki uğraşları iyi olmuşmudur, tartışılır ama ben Cradle of Filth' ın bazı parçalarındaki performansını oldukça beğendim. Metal camiasındaki cesur kadınlar için bir sürü söz söylenebilir evet isterdim ama, konum ve statü itibarı ile olası görünmüyor. Eh birazda büyüdük artık.


Daha sonra keşfettiğim gruplar arasında başı çeken tabi olarak Tristania ve kardeş grubu olan Sirenia, bir diğer grup ta her nekadar Fransızlara Fransız kalma yolunda dirensem de Penumbra en çok tuttuğum gruplardan biri oldu.

Tristania,
Her nekadar birçok kişi tarafından beğenilmeyip. Bayan vokal itkili denip de çamur atılsa da, bana göre hakikaten iyi bir grup.
Bir grubun iki parçası dinlenipte yorum yapılmaz kanımca. O grubun bütününü dinleyip ve diğer albümleri ile kıyaslanıp yorum yapılmalıdır derim ben.


Sirenia,
Tristania' nın eski gitaristinin fevkalade grubu. Bir çeşit operatik faliyetler icra eden aşık kişiler kumpanyası desem nasıl olur acaba diye düşündükten sonra, iyi çok iyi olur cuk oturur diye düşündüğüm grup. Tıpkı, Dave Baba' nın Metallica' dan ayrılıp ulu Megadeth' i kutması gibi. eğer tristaniadan ayrılmasa bizler ''An Exixir for Existence'' gibi bir şahesere tanık olamazdık. Lafın kısası, iyi olmuş çok iyi olmuş. Helal çocuklara.

Penumbra,
''Fransızlardan adam mı çıkar'' derim her söylemimde. Ama tesadüfen kurulmuş olan Penumbra bu tezimi çökertiyor. Yok ya bence bunlar Fransız değildir:-) Favori albümüm olan ''Seclucion'' aşık bir albümdür bana göre. Nasıl desem progresif öğeli tınılara soprano bir vokal ve obua eşliğinde bir kaymak serpiştirmişler, daha ne olsun..

Devamı geleceek, nezaman mı? Muntazaman... Bir sonraki grup. ''THERION''



Tarçın ve zencefil; Hastalıklara karşı Doğal Zırh; Tarumar et Zencirle ve sistem dışı bırak

tarçın ve zencefil karışımı kış aylarının vazgeçilmez zırhlarından biridir.
zayıf bünyeli insanların pekmez ile karıştırıpta tüketmesi ayrıyetten tavsiye edilir. ama en uygunu bal ile karıştırılıp tercihen içilebilir yada ekmeğe sürülüp reçel gibi tüketilebilir.


kış aylarında bir çok kişi tarçın ve zencefili birer baharat olarak bilir. süt tatlılarına konulan tarçının asıl işlevini düşünen var mı? ben düşündüm araştırdım ve bu sayede aile içi tarçın tüketimini takriben 100 de 10000 arttırdım. şöyle ki; tarçının muhteviyatında bulunan bazı kimyasal maddeler sayesinde bir tür antibakteriyel ve antivirütik (?) bir yapıdır. merak edenler olursa ekstradan içeriklerini de yazabilirim, ama şimdi kimya dersi verme luzumu görmedim.
zencefil bünyesinde bulundurduğu kimyasal maddelerden ötürü güçlü bir anti-romatizmaldir.


bu şekilde bünyeye girdiğinde o bünyeyi ısıtır üşümeye karşı direnç sağlar, bu durum tecrübe ile sabitleşmiş bir durumdur. ve ayriyeten bünyesinde bulunan demir, kalsiyum ve vitaminler (özellikle C ve B vitaminleri) bağışıklık ve sinir sistemimizi ayakta tutan unsurlardır. öyle ki araştırmalarıma göre Kuran' da adı geçen tek baharat zencefildir. son yıllarda yapılan araştırmalara göre, zencefilin kanser belasına da iyi geldiği yapılan deneyler sonucunda kanıtlanmıştır. tarçın ise güçlü bir yaşlanma karşıtı olarak karşımıza çıkıyor.



fazlası ve daha fazlası için: http://www.50mucizebitki.com